29 Aralık 2016 Perşembe

TEMENNİLER...

















      Adet olduğu üzere her yıl  yeni gelen yıl için güzel temennilerde bulunulur.

    Geçtiğimiz yıl gerçekten ülkemiz için pek de hayırlı bir yıl olmadı.Her açıdan ama en çok da terör olayları ve verilen kayıplar açısından.

    Şimdi adet yerini bulsun diye değilde bütün kalbimle inanarak ve dileyerek dua ediyorum.

    İnşallah bu yeni gelen yıl tüm dünyaya ve tabi ki ülkemize barış ve huzurla birlikte gelsin.Bolluk,bereket ve huzur getirsin.Herkesin birbirini daha çok seveceği,sayacağı ve dinleyeceği hoşgörülü bir yıl olsun.Çocuklar ağlamasın ,aç kalmasın.Gelecekleri olsun ,hayalleri olsun ...

  Temennileri sıralamak ve çoğaltmak mümkün ama bence en önemlileri bunlar.

    Herkese şimdiden mutlu yıllar diliyorum.Yeni yılda dilerim herşey gönlünüze göre olur.

    Sevgiyle,Aşkla...




28 Aralık 2016 Çarşamba

BAZEN SUSMAK GEREKİR...




Sonsuza götüren bir denizin kıyısına varmıştım.O zaman anladım ki, susmak bir cüsse işi… Derin denizlerin işi.Sığ suları en hafif rüzgârlar bile coşturabiliyor.Derin denizleri ise ancak derin sevdalar..Anladım ki, derin ve esrarengiz olan her şey susuyor.Anladım ki susan her şey derin ve heybetli.Bazen, uzaklaşmak gerekir yakınlaşmak için…Bazen, hatırlamak gerekir hatırlanmak için…Bazen, ağlamak gerekir açılmak için…Bazen, anmak gerekir anılmak için…Bazen de susmak gerekir duymak için.”

Şems-i Tebrîzî

  Susmak gereken zamanlar...Çok susmak,çok dinlemek,çok anlamak,çok sevmek,çok hissetmek ve çok olmak,birolmak gereken zamanlar...






26 Aralık 2016 Pazartesi

DUA...



  Duaların gücünü keşfedeli çok fazla olmadı.Malesef bunu biraz geç keşfedenlerdenim.Çocukluğumdan beri dua ederim ama birçoğunun kabul olmadığını düşünürdüm.Oysa ki ben istemeyi bilmiyormuşum.Bundan iki yıl kadar önce bir arkadaşımın tavsiyesiyle Muhammed Bozdağ'ın "İstemenin Esrarı" isimli kitabını okumuştum.O kitabı okurken bazı şeyleri yanlış yaptığımı farkettim.

  Kendi adımıza istediğimiz bazı şeylerin başkalarına zarar verebilecek yada başkalarının mutsuzluğuna sebep olacak şeyler olduğunu bilmeden istiyoruz çoğu zaman.

  Ya da ağzımızdan çıkan bazı cümlelerin "Dua" olabileceğini çoğu zaman.Yani istemsizce ,laf olsun diye kullandığımız bazı sözler dönüp dolaşıp bizim niyetimiz olarak teşekkül edebiliyor.Bunların bilincine ve farkına varıp ona göre istemeliyiz.

  Bir de Tabi ki çok fazla yürekten,gönülden istemek.Taaa içimizin derinliklerinden en derinden.Hatta isterken kalbimizin sızladığını hissederek istemek.Bunu yapabilmek her zaman çok mümkün değil biliyorum.Adeta bir meditasyon halinde yapabilmek duaları.Çünkü o zaman Yaratanla başbaşa olmak mümkün.Aksi taktirde mesajı oluşturup evrene gönderme misali oluyor ki bu da doğru belki ama diğeri gibi ulaşabilirliği kesin değil bence.

  Bunları yazmak nerden aklıma geldi gecenin bir yarısı dinlediğim muhteşem bir şarkıdan ve tabi paylaşmadan olmazdı :)

  Hep söyledim ve söylemekten hiç bıkmayacağım;"Olmadı ,Olana Kadar Dua Ederiz..."

  Gönülden ettiğiniz tüm dualarınız kabul olsun inşallah...Sevgiyle,Aşkla...


23 Aralık 2016 Cuma

Kağıt Kesiği...



Bu gün sadece şiirler olsun.Kelimeler kanatlanmış kuşlar olsun...


KAĞIT KESİĞİ

Kağıt kesiği gibi acılarımız.
Görmezden geliyoruz,
Yokmuş gibi yapıyoruz.
Ama acıyor işte...
Dokundukça acıyor,
Hatırladıkça acıyor,
Unutsak da hatırlatıyor.../Nino


KİRALIK

Bu sabah şu denizi kirala, mavi 
mavi hatırlayalım birbirimizi, 
bu öğlen güneşi kirala da, bir 
daha soğukluk girmesin aramıza, 
bu ikindi tembelliği kirala, belki 
gölgesinde kedin olurum senin, 
bu akşam bahçeyi kirala, elimizde 
büyüsün gül, menekşe, yasemin, 
bu gece uykuyu kiralarsan, rüyama 
yalnız senin gözlerini konuk ederim, 
bu bahar bu gövdeyi kirala, vücut 
kitabında tozlandı kelimelerim, 
bu ders coğrafyayı kirala, hadi 
teneffüse çıkalım toprağıyla, suyuyla, 
bu teneffüs bir yolculuk kirala, hiç 
mola vermeden yürüyelim arkadaşlığa, 
bu sefer bir yelkenli kirala, rüzgar 
nereye götürürse yürak oraya, 
bu yaz bu sokağı kirala, kapıları 
aç, yalnızlığı yalnız bırak odalarda./Haydar Ergülen




MERDİVEN


Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...

Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...

Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller;
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?

Bu bir lisân-ı hafîdir ki ruha dolmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta.../Ahmet Haşim




FREKANSIMIZI YÜKSELTMEK İÇİN NELER YAPABİLİRİZ.


Enerji Alanınızı Birikimlerden Temizlemek Frekansınızı Yükseltir 
Işığınız bir elekten geçer gibi parlar, siz bu ışığın geçtiği kadarsınız. Ortak bir merkez tarafından bir soğan gibi yuvarlak katmanlarla çevrili olduğunuzu düşünün. En yakınınızdaki katmanlar fiziksel bilgiler içerir, bunun ötesindekilerde sırasıyla duygusal bilgiler, düşünce kalıplarınıza dair bilgiler ve en uzaktakilerde de ruhunuz ile hayattaki amacınızla ilgili bilgiler bulunur. Bunlar farkındalığınızdaki oktavlar gibidir.  Ruh seviyesinde korku ya da blokaj yoktur -sadece berrak, meditasyon yapanların saf bir farkındalık duygusu yarattığını ifade etmek için kullandıkları tabirle şefkat dolu mücevher ışığı vardır. Ama fiziksel, duygusal ve zihinsel katmanlarda kafanızın karıştığı ve korktuğunuz eski deneyimlerden kaynaklı fonksiyon bozukluklarını, sabit fikirleri ve donmuş duyguları bulursunuz. Bu kısaltılmış kalıplar gölgelere benzer; kendi doğrunuzu ve sevginizi yaşamadığınız hareketsiz yerlerdir. Parçalandığınız ya da bir şeyden kaçtığınızda da delikler ve gediklerle karşılaşırsınız ve bunlar da bloklar gibidir.
Zihninizi sakinleştirdiğinizde, hiçbir şey düşünmezsiniz ve bir şey düşünmediğinizde hiçbir şeye direnç göstermezsiniz ve direnç göstermediğinizde ve hiçbir şeye direnç göstermeyen düşünceler beslediğinizde Varlığınızın titreşimi yüksektir, hızlıdır ve saftır.
Abraham/Esther Hicks
Şimdi ruhunuzun yaşamınızı, bedeninizi ve kişiliğinizi yaratmak için oktavlarla bilgelik, niyet ve enerji yolladığını hayal edin. Birçok gölge ya da katı yer ve kim olduğunuza dair alandaki boşluklar yüzünden bütünlüğünüzün sadece belli bir yüzdesi elekten geçen ışık misali açıklıklardan geçebilir. Yüksek boyutlarda her yerde bir gölge ya da gedik vardır, sizin yaşamınızda ve bedeninizde de benzer bir kasılma ya da bilinçsiz yerler olacaktır. Duygusal bir travmanın hatırası ve bunun etrafında oluşmuş inançlar bedenin üzerine gölgelerini düşürecek, belki de kronik ağrılara, hastalıklara ya da orjinal yaraya tekabül eden bir noktada incinmelere sebebiyet verecektir.
Bastırılmış duyguları ve inançları anlayıp rahat bırakarak şifa bulduğunuzda, alanınızdaki karanlık noktalar kaybolur ve ondan sonra ruhunuzun mücevher ışığı daha fazla parlayabilir. Burada dünya üzerinde frekansınız yükselir, daha bilge ve daha sevecen bir insan olursunuz, bedeniniz iyileşir ve hayatınız daha iyi bir hale gelir. Demek ki, ruhunuzu bloke eden duygu ve düşüncelerden, sağlıksız duygusal alışkanlıklarınızdan, arınırsanız frekansınızda doğal olarak yükselecek.
Ruhu bloke eden şeylerden sıkça karşılaşılanlar arasında önceden üzerlerini kapattığımız sağlıksız duygusal alışkanlıklar bulunur: Kurban, mağdur ya da egemen güç olmak, kendini ya da başkalarını suçlamak, inatçı ve söz dinlemez olmak, başkalarını kurtarmak ve kurtarılmayı istemek ve başka şeylerle oyalanmak, geciktirmeler ve ertelemelerle gerçeklerden kaçınmak…Bunlara bir de şunları ekleyin: Başkalarını kıskanmak, saldırmak/kavga etmek, şikayet edip olumsuz konuşmak (ben yapamam, nefret ederim) ya da çirkin bir dil kullanmak (küçümseyerek konuşmak, dedikodu yapmak) ve akla gelebilecek en kötü senaryoları detaylarıyla kurgulamak. Budist rahibe Pema Chödrön bu tepkileri yemi yutmuş balıklar gibi “oltanın ucuna takılmak” diye niteliyor.
Bu olta iğnelerinden kurtulduğunuz ya da bu davranışları değiştirip yerlerine sağlıklı duygusal alışkanlıklar koyabildiğiniz zaman, olan bitene karşı çıkmayı bırakıp olayları sadece olduğu gibi kabul ettiğinizde ruhunuzun mücevher ışığının size daha fazla enerji vermesine izin vermiş olursunuz. Ve bunu her yaptığınızda mevcudiyetiniz önemli bilgileri ortaya çıkarır, sevecen bakış açınızı güçlendirir ve bundan sonra ne yapacağınızı bilmenize yardımcı olur. Bir şeyin üzerindeki etiketi kaldırdığınız ya da sabit bir fikir ya da bir tanıma yatırdığınız enerjiyi geri çektiğiniz zaman bir gölgeyi daha silersiniz ve yaşamınıza daha fazla mücevher enerjisi dolar. Aynı şey “rol yapmayı kestiğinizde” ve sağlıklı beslenip bayağı bir kilo verdiğinizde, sigarayı bıraktığınızda ya da bedeninizi bağımlılık yaratan maddelerle kirletmekten vazgeçtiğinizde de geçerlidir.
Ruhu bloke edenler arasındaki diğer bir kategori ise erken yaşlarda hayatta kalmak için farkında olmadan edindiğimiz düşünceler, inançlar ve dünya görüşleriyle ilgilidir. Bunlar, kim olduğunuzla ve burada bulunma amacınızla hiç ilgili olmayabilirler. Bu üst üste binmiş tabakalar ilk olarak, anne-babanızın inanç yapıları ve bedensel duruşlarını farkında olmadan benimsediğiniz “radar” döneminizde ortaya çıkmıştır. Aslında gözü pek bir gazeteci olmanız gerekirken, bu tabakalar size kibar ve alçakgönüllü olmanız gerektiğini söylüyor olabilir. Bu düşünceler size ağırlık yapan ıslak battaniyelere benzer, bıraktığınız alışkanlıklara dönüp eskisi gibi davranmanıza neden olur. Bu fikirler aslında size ait değildir ve belki de onları kimden ödünç aldıysanız ona geri vermeyi hayal edebilirsiniz ya da enerji sahanızdan buharlaşıp uçtuklarını, yok olduklarını görebilirsiniz. Bu ödünç fikirleri tanırsınız çünkü sonlarında “meli-malı” ekleri bulunur ya da bunları kendi kendinize söylemeyi denediğinizde başka birinin sesinin yankılandığını duyarsınız.

ŞUNU DENEYİN!
Başka İnsanların Üzerinizde Oluşturduğu Katmanları Temizleyin
Uğruna yaşadığınız töre ve değerlerin bir listesini yapın, hatta doğru bulduğunuz olumsuz olanları bile bu listeye yazın. Hangileri annenizden geliyor? Babanızdan gelenler hangileri? Aralarında modası geçmiş ve aslında size uygun olmadığını düşündükleriniz var mı? Varsa bunları kimden aldıysanız o insana iade edin ya da yok olmaya bırakın.
Para, iş, ilişkileri ebeveynlik sağlık, yaşlanma, din, politika ve ölüm hakkındaki düşüncelerinizi ve tavırlarınızı yazın. Bu fikirleri nereden, nasıl edindiniz? Bunlara ihtiyacınız var mı? Hepsini birer birer askıya almayı deneyin. Sabit fikirlere ve kurallara sahip olmak yerine her bir alanın size spontane olarak nasıl olabileceğiniz ve ne yapacağınızı öğretmesine izin vermek nasıl olurdu? Bu alanlar nasıl genişleyebilir ya da değişebilir?
Eğer cahillik ve ilgisizlik, mahrumiyet ve çaresizlik, unutkanlığı ve değersizlik duygusunu veya şikayet etmeyi artıran alışkanlıklarına takılıp kaldıysanız bu tür gedikleri doldurabilecek yegane şey anda mevcudiyettir: Her şeyin altında yatan, her şeye sinen sevgi dolu şefkat ve merhamet niteliğinde bir varoluş. Odaklanın, mevcudiyetinizle dolun ve sağlıksız duygusal alışkanlıklarınıza karşı “zihnen mevcut” olduğunuzu göreceksiniz. “Bilmem” dediğinizi işitince, “Bununla ilgili neler biliyorum?” demeye çalışın. Kendinizi bir arkadaşınıza, “Ben iyi dans edemem” derken bulduğunuzda bu düşünceyle ilginç, kendinize has ya da yaratıcı şekillerde hareket ettiğinizi düşünerek eğlenebilirsiniz. Dans etmenin size has haliyle yaşamak, bu hareketleri hayatınızın bir parçası yapmak nasıl olurdu? Hiçbir zaman yeterli paranız olmadığı kasetini yine başına sardığınızda kendinize şunu diyebilirsiniz: “Dur bir dakika! Şimdiye dek hayatta kalabilecek ve belli bir seviyede yaşayabilecek kadar param oldu. İyiyim ben. Durumumu istediğim zaman, daha enteresan bir şey elde edebileceksem değiştirebilirim. Şu an bana göre enteresan bir şey var mı? Ne yaratmak istiyorum” Siz kendi hikayenizin yazarısınız. Size gizemli bir şekilde bir yaşam hediye edildi ve aynı zamanda da kendi tavrınızı, ruh halinizi ve hareketlilik seviyenizi seçmekte özgürsünüz. Bu dünyada sizi gerçek siz olmaktan alıkoyabilecek güçte hiçbir kuvvet olamaz.
Nehirlerde hiç acele yoktur. Oraya, suyun kenarına gittiğinizde akış hızıyla hareket etmeye başlarsınız ve bu hız sizi bu gezegen üstündeki yaşamdan çok daha eski bir akışa bağlar. Bu hızı kabullenmek bir günlüğüne bile olsa bizi değiştirir, kendi kalp atışlarımızın sesinin ötesindeki ritimleri hatırlatır.
Jeff Rennicke

KISACA…
Olumsuzluklara takılı kalmış olmak dört nedenle olur: Düşük kişisel titreşim, iradenin yanlış kullanımı, dalgalar ve döngülerle uyumlu yaşamamak ve anın içinde tam olarak mevcut olup tam bir farkındalık içinde bulunamamak.
Korktuğunuzda ve bu korkuyla sağlıksız duygu alışkanlıklarıyla savaş -ya da- kaç yöntemleriyle başa çıkmaya kalkıştığınızda kişisel vibrasyonunuz düşer. Kişisel vibrasyonunuz düştüğünde bir şeye takılıp kalmak kolaydır çünkü düşük frekanslar daha olumsuz deneyimlere neden olur. Bir dalgayı durdurmaya ya da arzu ettiğiniz gibi zorla hareket ettirmeye çalışırsanız yaşam akışınızda geri tepmeler ve deformasyonlara neden olursunuz. Bu deneyimi bir kenara bırakıp boşluk ya da olumsuz gerçekliklere konsantre olmaya çalışırsanız mevcudiyetin eksikliği deformasyonlara ve pürüzlere neden olur.
İrade gücünün doğru kullanımı zor kullanmak, kontrol etmek ya da direnmek değil şöyle olmalıdır: (1) Daha yüksek bir titreşim seçin, (2) İçinde bulunduğunuz dalga hareketine uyum sağlayarak “akışla” birlikte hareket edin, (3) O an her ne oluyorsa, “onunla kalmayı, onunla birlikte olmayı”, ruhunuzun bilgeliği ortaya çıkabilsin diye her durumda daha fazla mevcut olabilmeyi seçin… Ruhunuzu bloke eden düşünceleri ve kişiliğinize uygun olmayan ödünç alınmış düşünce katmanlarını yok ederek mücevher ışığınızın hayatınıza ve bedeninize dolması için daha temiz bir alan açabilirsiniz. Bunu yapmak için kuvvete ya da zor kullanmaya hiç ihtiyaç yoktur -frekansınız kendi araç gerecine bırakıldığında doğal olarak kendiliğinden yükselir. Kendinizi olumsuz titreşimlerden arındırmanız bugün kolaydır çünkü bedeninizdeki ve dünyadaki ivme kazanan frekans uzun süre takılıp kalmayı zorlaştırır ve korkulardan arınmak hemen anında mümkün olabilir.
Kaynak: Frekans – Penney Peirce
__

21 Aralık 2016 Çarşamba

En Uzun Gecede Şefkat Çemberi...



  Bu gece bir etkinliğe davet edildim.Başlıktan da anlayacağınız gibi "En Uzun Gecede Şefkat Çemberi" etkinliği.Benim için bir ilk olması sebebiyle ilginç bir deneyimdi ve paylaşmak istedim.

  Bu "Çember" olayının nasıl bir şey olduğunu duyuyor ve merak ediyordum.Bir çeşit toplu meditasyon,bir çeşit toplu terapi,bir çeşit toplu iç dökme ve şifalanma olayı imiş.

   Pek çok kültürde ve Anadolu da buna benzer topluca biraraya gelip bir şeyleri paylaşmak topluca şifa aramak adına yapılan ritüellerdenmiş.

   Herkes bir çember oluşturacak şekilde oturuyor.Ortaya resimde gördüğünüz gibi bir "sunak" hazırlanıyor.Bu sunağın içine katılanların yanlarında getirmiş oldukları çeşitli objeler konuyor.Bu objelerin orada görmekten mutluluk duyacağımız objeler olması gerektiğini bize önceden söylediler tabi.Birde evrenimizi olusturan ana elementleri oluşturan su,hava,toprak ve ateşi simgeleyen objeler vardı.Ve tabi ki bol bol mum :)

  Çemberi yöneten kişi çember hakkında bir önbilgi verdikten sonra bir takım ritüellerle başlatıyor.Amaç katılan herkesin bir meditasyon huzuruna ulaşıp o süreç içinde kafasındaki her türlü sorunu unutup "An" da ve orada olması bütün benliğiyle.Bunu başarabilmek özellikle benim gibi ilk kez katılanlar için çok zor ama yine de yapmaya çalıstım ve huzuru hissettim sanırım.

  Çeşitli niyetlerle yapılan bu çalışmanın bu geceki amacı ülkemizde ve dünyada yaşanan bütün acı olayların tutulamayan "yas"larını birlikte tutabilmek,birlikte şefkat ve sevgi enerjisini yükseltebilmekmiş.Tabi bu arada katılanların bireysel acıları ve tutamadıkları yaslarına da açık bir çalısmaydı.Katılımcıların çoğu(kendi istekleriyle tabi ki),tek tek içlerini döküp derinlerindeki acıları yüzeye çıkardılar bir anlamda.

   Kaybetme korkuları yaşayanlar,kaybettikleriyle bir türlü vedalaşamayanlar,suçluluk duygularıyla yaşayıp kendini affedemeyenler v.s.Yaklaşık 30 farklı hikaye dinledim gece boyunca.Çoğunun hüznüne ve gözyaşlarına ortak oldum.Tabi ki bu bir ortak alan bilinci yarattığı için adeta bazılarıninkini çok derinden hissettim.

  Bu anlamda beni en çok etkileyenlerden biri ; İstenmeyen bir çocuk olarak dünyaya gelmiş ve bunun bilincinde olarak yaşamış 50 yaşında bir kadının gözyaşlarıyla hep içimde sevilmek ve şımartılmak isteyen küçük bir kız çocuğu var demesiydi.Bir de Suriyeli bir genç adam, babasının resmini getirmiş en sevdiği obje olarak.Babası Suriye'de kalmış ve onu çok özlüyor ve orda olamadığı için çok suçluluk duyuyormuş.Tabi bunlar gibi pek çok hikaye...

  Ve en sonunda herkes birbiriyle bir takım ritüellerle selamlaşıp sevgisini bir şekilde yansıttı birbirine.Bu bana mevlitlerle yapılan bir ritüeli hatırlattı.Mevlitlerde bir zaman gelir herkes ayağa kalkıp birbiriyle karşılıklı olarak iki elle birden tokalaşma olayı gibi bir seyler yapar.Bunun bir adı var tabi ben bu kadar kaba olarak anlattım ama demek istediğim şey hangi niyetle olursa olsun (Acıyı yada sevinci ) paylaşmak amacıyla biraraya gelmiş bir topluluk çok güçlü bir sinerji yaratıyor.Bunu bir kez daha deneyimlemiş oldum.Hiç tanımadığım belki başka bir ortamda görsem ne kadar gıcık bir tip diyebileceğim insanlara nasıl farklı yaklaşabildiğimi ve o güzel ortamın enerjisinin insanlara nasıl yansıdığını gördüm.

  Bir kez daha anladım ki umut etmekte haksız değilmişim ,saf sevgi enerjisi hepimizin içinde varolan bişey.Allah bize bunu cömertçe vermiş ama biz onu kullanmayı beceremiyoruz malesef.Ülkemizde ve dünyada yaşanan bütün kötülüklerin altında yatan da bu ne yazık ki.Umarım çok daha fazla insan içindeki bu devi uyandırmayı becerebilsin...

 Sevgiyle...Aşkla...










20 Aralık 2016 Salı

Belki de...




  
       Gelene  geçene kalbimi gösteriyorum
       Çıkarıp sımsıkı avuçlarımda
       Bütün bir yıl sığınıyorum,biteceğini bile bile
       Baharla birlikte uzaklara gidecek kedere...

       Selahattin Yolgiden






Yeni yılın gelmesine çok az kaldı.Yeni umutlarla bekliyorum yeni yılı,her yıl olduğu gibi.

Kimbilir ? Belki de bu sefer ? Neden olmasın ??

Umudunuz daim olsun, 

Sevgiyle...



19 Aralık 2016 Pazartesi

MUCİZE...







Zihinlerin korkusuz ve başların dik,
Bilginin özgür olduğu ,
Dünyanın parçalara bölünmediği
Dar evcil kapılarla
Sözcüklerin gerçeklerin derinlerinden geldiği,
Yorulmayan çabaların kollarını kusursuzluğa uzattığı,
Mantığın berrak sularının yolunu yitirip
Ölü alışkanlıkla kasvetli çöl kumlarına gitmediği,
Aklı senin alıp ilerlettiğin,
Gitgide genişleyen düşüncelere ve eylemlere
Bu özgürlük cennetine.
Tanrım uyansın artık vatanım...

Rabindranth Tagore/ (Zihinlerin korkusuz olduğu)





Bir mucize tanrım bize ,hayat biraz gülsün diye...

18 Aralık 2016 Pazar

AH, KİMSELERİN VAKTİ YOK DURUP İNCE ŞEYLERİ ANLAMAYA...



Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya


Şu yaşadığımız" kara" günlere ne kadar uygun bir şiirdir bu.Çok severim Gülten Akın Şiirlerini.
Niçin birbirimizi anlayamıyoruz? Niçin kimselerin ince şeyleri anlamaya vakti kalmadı?
Çok mu meşgul herkes dünya telaşlarıyla?Kısacık ömrümüz bunlar içinmi hediye edildi 
bize?

Ne çok sorular var bu yaşta hala cevabını bulamadığım.Umarım bizden sonra gelenler bu 
sorunları çözmüş ve aşmış olarak gelirler.Hep söylediğim ve düşündüğüm gibi bu dünyayı
kurtaracak tek şey sevgi.Saf sevgi,karşılıklsız ve çıkarsız sevgi...

Evet iflah olmaz bir iyimser olarak benim hala umudum var.




15 Aralık 2016 Perşembe

ÇAY :)

















Kimselerin aklı ermez,
Çay sohbeti hikmetine.
Çünkü ezelden uğramış,
Mürşidinin ülfetine.

Lezzeti cennet şarabı,
Şad eder içen harabı,
Gönüldeki hikmet kitabı,
Dolar bu çay sohbetine.

Lezzetini içen bilir,
Bu cihandan geçen bilir,
Türlü mercan saçan bilir,
Gelin bu çay sohbetine.

Hoca Ahmet Yesevi

15 Aralık Dünya Çay Günüymüş ,çay sever biri olarak atlamak istemedim bunu :)


Bu soğuk günlerde içinizi ısıtacak çayınız ve sohbeti ile gönlünüzü ısıtacak dostlarınız eksik olmasın...

Sevgiyle,Aşkla...





13 Aralık 2016 Salı

KIŞ DEPRESYONU...



Bu günlerde pek çok kişi gibi bende depresif günler  geçirmekteyim.O yüzden kendi adıma çok fazla paylaşacak bir şey bulamıyorum.Bu gün " n beyin" ekibinin paylaşmış olduğu bu makaleyi görünce  ben de sizinle paylaşayım dedim.


Vücudumuzun ve beynimizin gizemli derinliklerinde, mevsimlerin değişimine bağlı olarak farklılaşan uyku, enerji, duygu durumu ve davranışlarımıza dair bir sistem bulunur. Bu sistem, atalarımızdan bize kalan genetik bir mirastır ve özellikle ılıman bölgelerde “kış depresyonu”nun ortaya çıkmasının ana nedenidir. Atalarımızın kazandığı genetik bir değişiklik, soğuk havalarda daha fazla yememizi, daha çok uyumamızı, daha az hareket etmemizi ve daha az sosyal eylemlerde bulunmamızı sağlayarak kıymetli enerjimizi saklamayı kodluyordu. Bunlar, elbette, bahsedilen koşullarda hayatta kalma şansını artıran evrimsel başarılardı.
Her ne kadar bugün burada oluşumuz bu genetik başarılar sayesinde olmuşsa da teknoloji çağında bu “kazanımlar” bazı zorlukları da beraberinde getirmektedir. Kış ayları boyunca süren bir depresyon hali olarak tanımlanabilecek kış hüznü, genetik tarihimizin köklerine öylesine kazınmıştır ki uzaktan kuzenimiz olan makak maymunu gibi insan benzeri bazı primatlarda da var olduğu görülmüştür.
Günümüzde hâlâ birçok insanın zihni ve bedeni, kış aylarında “kış uykusu modu”na oldukça yakın bir duruma döner ve bu modern dünyada bireylerden beklenen iş ve yaşam üretkenliğiyle taban tabana zıttır.
Kimileri için kışın bu etkileri oldukça hafiftir. Biraz huysuzluk gösterir, kış boyunca birkaç kilo alır ve hafta sonları şehrin altını üstüne getirmektense kanepede uzanmayı yeğlerler. Ancak diğerleri için bu modern yaşam-biyolojik temel uyumsuzluğunun yan etkisi, kendini uyuşukluk, melankoli, yaşama isteğinin azalması, şiddetli umutsuzluk  olarak gösterebilir. İşte bu durum “mevsimsel duygulanım bozukluğu” ya da kısaca SAD* olarak bilinir.
Yeni yapılan araştırmalar sayesinde SAD’ı tetikleyen süreçler anlaşılabilmekte ve bazı çok yönlü tedavi/terapi uygulamalarıyla SAD’ın bireyler üzerindeki etkisi azaltılabilmektedir.

SAD nedir?

Mevsimsel Duygulanım Bozukluğu (SAD) Baskın Depresif Bozukluk’un (MDD**) bir alt türü olarak bilinir ve kış aylarında düşen ancak yaz aylarında yükselip normale dönen bir duygu durumu değişikliğiyle belirlenir.
SAD’ın nedenleri çok net bir şekilde bilinmemektedir. Ancak en çok kabul gören yaklaşım aşağıda sunulmaktadır ve insan bedeninin günlük ritmindeki bir bozuklukla ilişkilendirilir.
En basit tabiriyle, günlük ritimler  24 saatlik döngü içerisinde değişen fiziksel, zihinsel ve davranışsal değişimlerdir. Bedenimiz, gece ve gündüz yaşamlarına uygun bir şekilde ayarlannak için ışıktan önemli ölçüde etkilenir.
Bu günlük ritmimiz beynimizin liderliğinde düzenlenir ve kontrol edilir. Bu lider, hipotalamusta “üst kiyazmatik çekirdek” (SCN***) denen bölgede konuşlanmıştır.
SCN, beyni dışarıdan aldığı ışık/karanlık, egzersiz, beslenme gibi ipuçlarına yanıt olarak üretilen hormonlar aracılığıyla kalp ve karaciğer gibi  birçok organda bulunan  biyolojik saat ile senkronize eder.
Bu sayede, uyku, beslenme, vücut sıcaklığı, beyin dalga işlevleri, hücre bölünmesi ve hormon üretimi gibi işlemleri bir döngüyü takip edecek şekilde düzenler.
Bu düzenleme sonucunda, sağlıklı beyinler ve bedenler, beyindeki lideri senkronize eden ve böylece vücudun diğer kısımlarındaki saati ayarlayabilen gözlerine giren ışık yardımıyla günün saatini bilirler.
SAD durumunda, daha kısa saatler boyunca maruz kalınan güneş ışığı nedeniyle beyindeki lider ve 24 saatlik sistem için önemli nörotansmiterler ile melatonin üretimiyle yakından ilişkili olan günlük döngü biraz bozuntuya uğrar.
SAD’de beklenmeyen zaman ve düzeyde gözlenecek melatonin üretimi, günlük döngünün bozulduğunun en temel işaretidir. Melatonin, beyin epifizinde artan karanlık seviyesine bağlı olarak serotoninden üretilen bir hormondur. Birinci işlevi, beyinden vücudun diğer kısımlarına “uykuya git” sinyali vermek ve organizmayı uykuya hazırlamaktır.
Gün döngüsü sisteminde birtakım arızaları olan SAD’lı bireylerde gün içindeki melatonin seviyeleri oldukça yüksektir. Bunun nedeni, büyük ihtimalle, beyin epifezinin normalde melatonin seviyesini düşürerek organizmayı uyandıran ve güne hazırlayan gün ışığına daha az maruz kalmasıdır. En kaba tabiri ile SAD’ı olan bireyler gün içerisinde “uyku modu”nda takılı kalırlar ve bu da yataktan çıkmayı onlar için hayli zor bir hale getirir.
Akşamları, uykulu olmaları gereken saatlerde, SAD bireyleri “uyanık moda” geçerler. Ağır ve büyük ihtimalle ışık yetersizliğinden ötürü, düzensiz çalışan beyin epifizi, melatonin üretmesi gereken saatlerde bu üretimi durdurur. Beyin epifizinin 24 saatlik döngüsü olağan ritminden kaymıştır ve bu durumun “gün döngüsünde kayma olarak” bilinir. Maalesef bu durum SAD’dan mustarip bireyleri sabahın erken saatlerine kadar uyanık tutar ya da sağlıklı bireylere kıyasla uyku kalitesinin daha düşük olmasına neden olur.
Yapılan araştırmalardan bazıları, gün döngüsündeki bozulma ya da sapmaya ilişkin olarak, uygulanan ışık terapisiyle iyileştirmesine ilişkin bir kanıt bulamamıştır. Bu nedenle, bazı araştırmacılar, “gün döngüsü ritmi hipotezi”nin tüm SAD durumlarında uygulanamayacağını savunmaktadır.

SAD risk faktörleri

SAD’ın ortaya çıkışını sağlayan etken ve destekçi mekanizmalar oldukça karmaşıktır. SAD gelişirken birçok faktör ve birden fazla sayıda gen süreçte rol oynar.
SAD araştırmalarının oldukça yaygınlaştığı geçtiğimiz on yılda, depresyon, mevsimsel geçişler, gün döngüsü ritmi, retinanın duyarlılığı, ciltte salgılanan melatonin seviyesi, yaşam tarzı ve uykuyu etkileyen faktörler gibi birçok değişken değerlendirilmiştir.
Değerlendirmeler sonunda öne çıkan risk faktörleri:
  • Çevresel: Kışın hem günlerin kısalması hem de gelen gün ışığı şiddetinin düşük olması, SAD gelişmesinde olmazsa olmaz bir faktör olarak değerlendirilmektedir.
  • Genetik: Gün döngüsü ritmi, ışık pigmentleri, serotonin ve dopamin üretimi ile ilişkilendirilen bazı genlerdeki değişiklikler, kimi bireyleri kış mevsime diğerlerine kıyasla daha duyarlı kılmaktadır.
  • Fizyolojik Hassasiyetler: Artan bağışıklık sistemi aktivitesi, koyu renkli tene sahip olmak, iris pigmentlerinin koyu renkli olması, retinanın ışığa hassas olması, serotonoin ve dopaminin yanlış üretilmesi gibi birçok faktör SAD gelişmesinde rol almaktadır.
  • Psikolojik Hassasiyetler: Birçok bilişsel (işlevsiz eğilimler, çekirdek inanç, dalgınlık ve olumsuz düşünme alışkanlığı) ve davranışsal (uyumsuz davranış eğilimleri, mevsim, ışık ve hava sıcaklığına verilen duygusal ve psiko-fizyolojik tepkiler) faktörler, kış aylarında SAD geliştiren insanlarda gözlenmiştir.
  • Yaşam Tarzı Hassasiyetleri: Zamanın çoğunu kapalı mekanlarda geçiren, egzersiz yapmayan, uyuşturucu kullanma alışkanlıkları olan ve dengeli beslenmeyen bireylerde SAD gelişmesi daha yaygındır.
  • D Vitamini Seviyesi: Düşük D Vitamini seviyeleri SAD için vitamin D’ye bağlı bazı alt mekanizmalar önerilmesine neden olmuştur. Yapılan son araştırmalar, D vitaminin bilinen tüm SAD alt çeşitlerinde ve hatta sağlıklı mevsimsel dönüşümlerde bile rol aldığını kesin bir şekilde ortaya koymuştur.

(*)Terimin İngilizce orijinalinin “Seasonal Affective Disorder” baş harfleri.
(**)Terimin İngilizce orijinalinin “Major Depressive Disorder” baş harfleri.
(***)Terimin İngilizce orijinalinden “Suprachiasmatic nucleus” kısaltma.

(Alıntı/ n beyin)



Olaya bilimsel olarak göz attıktan sonra gelelim benim bu durumla başa çıkma yöntemime ;Çikolata tabi ki...
Her ne kadar işin esprisi olsa da bu, faydası olmuyor değil,malum serotonin içerdiğini öğrendik artık çikolatanın.
Uzun yıllardır büyük bir hayranlıkla izlediğim şahane yemek bloğu "Cafe Fernando" da görüp aşık olduğum pastayı paylaşmak isterim bu vesile ile.İlk yapmaya başladığımdan bugüne kadar her seferinde tadanlardan büyük iltifatlar aldığım meşhur pasta...

http://cafefernando.com/turkce/devils-food-cake-seytan-cikolata-giyer/





ŞEYTAN ÇİKOLATA GİYER :)



Hem görüntüsü hem lezzetiyle harika bir pasta ve bunun için defalarca  teşekkürlerimi sundum Cenk Sönmezsoy'a.

Ayrıca çıkarmış olduğu kitabında kapağını süslemiş bu pasta.


Tabi ki sadece pasta değil pek çok tarifini denedim ve hepsinden çok güzel sonuçlar aldığım çok kaliteli ve bol ödüllü bu blogu tavsiye ederek bitireyim yazımı.


Birde içimizin yandığı ve çok fena acıdığı bu günlere uygun bir şarkının güzel bir yorumuyla...




11 Aralık 2016 Pazar

YARİNLARA KORKU İLE UYANMAK ... !



http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/melis-alphan_350/insan-cocugu-yok-diye-sevinir-mi-hic_40303932?utm_source=t.co&utm_medium=post&utm_campaign=insan-cocugu-yok-diye-sevinir-mi-hic_40303932&utm_term=post


Melis Alphan'ın bu sabahki yazısı çok çarpıcı.Cumartesi akşamı yaşadığımız korkunç olaydan sonra bi kez daha aynı korkuyu ve öfkeyi hissettim.Bu konu da birşeyler yazmak istemedim önce ,çünkü çok fazla yazılıp çiziliyor ama bir annenin gözünden başka türlü acı ve korkunç tüm bu yaşananlar.

İki çocuk annesi olarak her an diken üstünde hissetmek,çocukları sabah evden uğurlarken her zamankinden daha farklı bir şekilde dua etmek(Endişe içinde),ve her eve döndüklerinde farklı bir şekikde sevinmek... Bunlar kanıksanmaması gereken acaip duygular :(

Televizyon izlememek,haber dinlememek çözum olmuyor ne yazık ki.Duyduğum her şehit haberinde içim yanıyor ama biliyorum ki o annelerin ki kavruluyor,kor oluyor, tekrar tekrar alev oluyor.Sönmeyen bitmeyen bir yangın...

Yarınlara korku ile uyanmak istemiyorum artık.Bu güzel ülkede güven içinde huzurla yaşamak tek derdim.Çoğumuzun olduğu gibi.

Umarım bu acı ve karanlık günleri en kısa zamanda atlatırız.Umut olmadan yaşanmaz,hep yarınlardan ve gençlerden yana umudumu korumak istiyorum...

Korkusuz uyanacağımız yarınlar olsun inşallah...





9 Aralık 2016 Cuma

HAK ETTİĞİN GİBİ YAŞA...


Günaydın :) Bugün henüz okumadığım ama gazetede röportajı görünce merak ettiğim bu kitabı tanıtmak istedim.

Genelde okumadığım kitaplar hakkında konuşmak istemem ama yazarın Akademisyen bir tıp doktoru olduğunu duyunca okumak için sıraya koyduğum kitaplar arasına girdi.

Ayşe Arman'ın bugünkü röportajının linki;
http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/ayse-arman_12/hak-ettigin-gibi-yasa_40302261?utm_source=t.co&utm_medium=post&utm_campaign=hak-ettigin-gibi-yasa_40302261&utm_term=post


"Evrene Mesajlar " Başlığında ki maddeler hemen hemen burda da aynen geçerli olmuş.Bir anlamda "Kadere farklı bir bakış açısı"getirmiş yazar.

Sonuçta bir şekilde kaderimizi kendimiz belirliyoruz bunu çeşitli vesilelerle anladım.Kadere inanıyorum ama bunu yönlendirmenin de bizim elimizde olduğuna inanıyorum.

Sufîlerin bir sözü vardır "istemek olmasaydı, istemek vermezdi" diye.Yaratan nasıl isteyeceğimizi bize göstermiyor doğrudan belki ama istemek duygusunu vermiş bize,yüklemiş yani o özelliği yaratırken:) Fakat biz bunun çoğu zaman farkında olamıyoruz.Yine bikaç kitabını severek okuduğum Muhammed Bozdağ'ın "İstemenin Esrarı"kitabında bu konu çok güzel ele alınmış.İstemek çok önemli.Safça,kalpten,çocukça istemek,sorgulamadan yürekten istemek.İşte işin püf noktası da bu.

Bir de tabi isteklerimize(Dualarımıza),ağzımızdan çıkan sözlere dikkat etmeliyiz.Sadece kendimiz için değil herkesin iyiliği için olmalı isteklerimiz,dualarımız.

Tüm dualarınızın,isteklerinizin kabul olması dileğiyle,sevgiyle kalın... 



8 Aralık 2016 Perşembe



     OKYANUS HUZURU...




  Bu sabah okuduğum bu güzel yazıyı paylaşmak istedim.Böyle güzel deneyimleri cok nadiren yaşıyor olsam da bu kadar güzel dile getiremezdim.Böyle huzura erebileceğiniz günlerinizin bol olması dileğiyle.

Sevgiyle...

http://www.cigdemuysal.org/bir-rakun-bir-kadin-ve-okyanus

Yelkenliler...






Seni tanımasaydım eğer,
Ve bilmeseydim orda olduğunu,
Bunca zaman sonra kuşlar kanat çırparmıydı?
Geçermiydi uzaktan yelkenliler?...

Nino




Bu dörtlük tanımaktan mutlu olduğum biri için yazılmıştı ama ben onu bugün sınavı olan birine armağan ettim ...

Başarılar diliyorum  :)

MANDELA ETKİSİ ...



Fizikist ilgiyle takip ettiğim bilimsel bir site.Bugünkü paylaşımlarında bu videoyu görünce paylaşmak istedim.
Daha önce de duyduğum ancak tam olarak ne olduğunu anlayamadığım olayı bugün anlamış bulunuyorum.Tabi bu herkesin anlayabileceği dille hazırlanmış bir video.

Olayı birde "Evrimsel sinirbilim"bakışıyla açıklayan görüşe bakarsak;


MANDELA ETKİSİ:
NEDEN VE NASIL? EVRİMSEL SİNİRBİLİMDEN YORUMLAMA

Necdet Ersöz
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Evrimsel Tıp Topluluğu
“Mandela etkisi” nosyonu, İngilizcede Mandela effect, son dönemde internette popüler olan birtakım görsellere ve yorumlara dayanmakta olup ismini, 2013 yılında hayatını kaybeden lider Nelson Mandela’dan almaktadır. Önemli büyüklükteki bir kitlenin iddialarına göre Nelson Mandela 2013 yılında değil, ondan daha eski bir zamanda, 1980li yıllarda hayatını kaybetmiştir. En azından birbirleriyle alakası bulunmayan kimseler birbirlerinden bağımsız olarak bu iddiayı ortaya koymaktadırlar. Tanım ve devamında türetilen örnekler, kısa süre içerisinde internette ve sosyal medyada popülerlik kazanmış, son haftalarda da Türkiye’de bir bilinirlik oluşmuş; ancak meselenin bilimsel zemini konusunda tabanda yeterli bir bilgi sağlanamamıştır. Sayıca önemli bir kitlenin bu olayı yanlış hatırlamasının altında yatan sebep ve mekanizma ne olabilir? Bu yazıda evrimsel biyolojinin ve sinirbilimin birtakım bulgularından faydalanıp konuya basit bir izah getirmeye çalışacağız.
nelson-mandela
“Mandela etkisi” kavramı, 2013 yılında hayatını kaybeden ünlü lider Nelson Mandela’nın isminden gelmektedir.
Mandela etkisi, bazı kişilerce paralel evrenler, paranormal, doğaüstü ve subliminal konseptlerle ilişkilendirilmiş olmasına rağmen; esasında oldukça basit, kabaca birkaç bilimsel doğru ile açıklanabilecek bir olaydır. Öncelikle bunu pek çok klinik tablonun seyredebileceği ağır konfabulasyon hâlinden, algı ve bellekle ilişkilendirme sorunları ortaya çıkaran kortikal assosiasyon alanlarının bozuklukları, sahici bellek yitimi ve doğru olmayan anılar/olaylar anlatımı ile karakterize Korsakoff hastalığı ya da temporal lob epilepsisi gibi problemlerden ayırt etmek gerekir. Klinikte gözlenen vakalarda sıklıkla nöral ağlarda yıkım, vitamin-mineral eksikliği ve fiziksel hasar bulguları elde edilirken buradaki olayda basit bir yanılgının eşlik ettiği anlık edinilmiş belleğin –genellikle- sürekli tekrar ile pekiştirilip uzun süreli belleğe aktarımı söz konusudur. Yazının devamında Mandela etkisinde rol oynayan mekanizmalar duyu, integrasyon ve motor süreçler takip edilerek birtakım bilimsel çıkarımlarla verilmeye çalışılmıştır.
İnsan beyni, allometrisi göz önüne alındığında görece çok enerji harcayan bir yapıdır. İlginç bir şekilde harcadığı enerjinin yine görece büyük bir kısmı filogenetik olarak eski fakat yaşamsal refleksleri yöneten truncus encephali nucleusları ve yakın çevresine (hipotalamik bağlantılar ve merkezler gibi) değil; daha üst seviye beyin yapılarına (nuclei basales, cerebral hemisferler) aittir. Yani insan beyni özellikle ince motor hareketlerin planlanmasına, duyuların kompleks biçimde yorumlanmasına ve bilinçli, integratif süreçlere çok büyük bir enerji ayırıyor. Belki bunu yaşamsal refleksleri kolay ve kısa sürede halletmenin yolunu bulmuş olarak da yorumlayabiliriz, bu durumda beyindeki heterojen enerji dağılımını heterojen fonksiyonel yapı ile anlamak kolaylaşabilir. Daha da ilginci ve konuyla doğrudan bağlantılı olan kısım ise, kortikal düzeyin bu yoğun enerji sarfiyatına rağmen, sinir sistemine gelen total inputların yalnızca çok küçük bir kısmına yanıt verebilmesidir. Bu iki veri, Mandela etkisinde rol oynayan sensory süreçler hakkında bize fikir sağlayacaktır.
Sinir sistemi, external ve internal çevreden gelen tüm uyarılara yanıt veremez; periferden medulla spinalise, oradan da dorsal thalamusa dek uzanan duyusal yolakta bir seviyede uyaran bloke edilir. Aynı durum kraniyal sinir çiftleri yollarında da geçerlidir. Örneğin, uyku hâlinde pek çok uyaranın kortikal tabakaya ulaşması engellenir ve çevreyle olan duyusal etkileşimimiz büyük ölçüde azalır. Herhangi bir anda ise potansiyel inputların %1’inden daha azı beynin üst-kortikal bölgelerinde algılanıp yorumlanabilir. Ayrıca, çeşitli duyu yollarında insanlar için uyaranların algılanabildiği alt ve üst seviyelerle sınırlanmış bir bölge bulunur. İnsanlar, yalnızca belirli frekansa sahip sesleri duyarlar, belirli dalga boyuna ait ışıkları algılayabilir ya da belirli basınçtaki taktil uyaranları hissedebilirler. Duyu yollarında lateral inhibition adı verilen terim de bu mekanizmalarının evrimleşmelerine benzerdir. Neticede mevcut çevrenin potansiyel uyaranları, insanın algılayışından çok daha büyük bir çerçeve çizmektedir. Bunun sinir sistemlerinin kökenine dair seyri incelendiğinde, primitif dönem canlı organizmaların sensorimotor süreçlerinde de benzer mekanizmalar gözlenebilir. Öyleyse neden uyaranların tümüne aynı şekilde cevap vermiyoruz ve bunun Mandela etkisiyle ilgisi nedir?
Mandela etkisini değerlendirmek üzere, evrimsel yorumlamalar ve belirttiğimiz duyusal özellikler uyarınca dikkatin ve bir uyaran üzerine yoğunlaşmanın sinirbilimsel tabanına kısaca göz atmak yararlı olacaktır. Dikkat, sinirbilimlerinde bilhassa frontoparietal nöral ağlarda organizmanın çeşitli bölgelerinden giriş yapan uyaranların seçici bir biçimde değerlendirilmesini, modülasyonunu ve algılanabilir özellikteki stimulusların yalnızca bir kısmını öne çıkaran süreçleri açıklamakta kullanılan bir konsepttir. Tanımdan anlaşılacağı üzere sinir sistemlerinde potansiyel uyaranların belirli aşamalarda blokesi ile benzer ilişkili olup canlıya evrimsel açıdan avantaj kazandırmaktadır. Dikkat, kabaca uyaranların kortikal düzeyde seçilmesiyle karakterizedir. Bu durumda, stimulusun bahsettiğimiz subkortikal seviyelerden kortikal seviyelere dek seçilimi, bize evrimsel geçmişimiz hakkında bir bilgi verebilir. Sinir sistemlerinin en belirgin özelliği, belirli bir input-integrasyon-output yolağı seyretmesidir. Filogenetik açıdan genç dallarda özellikle integrasyon süreçlerinin karmaşıklaştığı ve kendi içerisinde looplar yaptığı bilinmektedir. Sinir sistemleri, organizmanın çevreyle olan etkileşiminin değerlendirildiği ve çevreye yanıt verildiği, oldukça önemli süreçleri yönetmektedir. Bu bilgiler evrimsel ekonomi kavramıyla birlikte yorumlandığında Mandela etkisine dair ilk önemli neticeye, yanı duyusal yola dair bir çıkarıma varılabilecektir. Sinir sistemi, her bir filogenetik seviyesinde yalnızca yaşamsal olan birtakım uyaranları seçebilmekte; mevcut enerji harcamalarını minimumda tutarak kısmî fakat önemli uyaranların ancak kortikal seviyelere ulaşmasına izin vermektedir. Yani, aslında bizim sinir sisteminin üst seviyelerine dair tanımladığımız “dikkat” mefhumu, benzer mekanizma ile sinir sisteminin diğer katmanlarında da işlemektedir. Mandela etkisinin formasyonunda ilk öne çıkan faktör de bu olacaktır. Mandela etkisinin görüldüğü birtakım obje, olay ve kavramların algılanışı esnasında, komple bir şekilde ilgili obje, olay ve kavramın algılanışı söz konusu olmamaktadır; dahası bu durum frontoparietal yollarla ilişkili biçimde bir çeşit cognitive bias olan “salience”, yani bir algılanmaya müsait olanlar içerisinden sıklıkla en belirgin, en göze çarpan olanı algılama ya da düşünme ile alakalıdır. Bu bilişsel eğilim, evrimsel ekonomi dâhilinde organizmanın en kısa sürede, basit biçimde, yalnızca önemli olana izin verip minimum enerji sarfiyatıyla sorunu çözme ya da uyaranı değerlendirme eğilimini ortaya koyar. Böylece herhangi bir uyaranın tüm komponentlerini geniş, detaylı ve kompleks bir biçimde algılamak yerine, ilgili uyaranın göze çarpan noktalarını daha belirgin algılayıp geri kalan küçük detayları göz ardı ederiz. Örneğin, yalnızca birkaç saniyelik bir görme işleminde görme alanımızda yer alan bir cisimde ilgimizi ilk olarak cismin lokasyonu ve genel formu çekmekle beraber ancak birkaç bakış sonra veya cisme belli bir müddet dikkat edildikten sonra cismin üzerindeki birtakım ayrıntılar (yazı tipi, üzerindeki bir leke, belirli bir noktasındaki çizik gibi) dikkatimizi çekip üst sinirsel yapılarda bir değerlendirmeye geçer. Mandela etkisi basitçe böyle bir eğilimin sonucudur.
Bu eğilimle ilgili değinmemiz gereken bir diğer nokta ise, nasıl bu kadar yaygın ve pek çok insanda benzer olduğudur. Buna vereceğimiz yanıt muhtemelen Mandela etkisinin oldukça geniş bir kitlede izlenip şaşırtıcı bir nitelik kazanmasına bir açıklık getirecektir. Yazının başında verdiğimiz bilgiler üzere, uyaranların seçimi ve belirli seviyelerde blokesi, evrimsel ilkelerle uyumlu bir sinir sistemi karakteristiğidir. Yine belirttiğimiz üzere, sinir sisteminin seviyeleri arasında enerji tüketimi bakımından bir heterojenlik söz konusudur. Daha işlevsel bir veri olarak, sinir sisteminde filogenetik açıdan yeni sayılabilecek neokortikal tabakalar ve insanda hassas motor süreçlerde öneme sahip nuclei basales bölgesi, yaşamsal fizyolojik refleksleri kontrol eden truncus encephaliye göre daha yoğun enerji harcamaktadır. Bunun anlamı şudur ki, sinir sistemlerinin evrimi içerisinde filogenetik açıdan genç yapılar, ilkel yapılara göre daha yoğun enerji sarfiyatı içerisindedir. Organizma, genel olarak yaşamsal fonksiyonlarını hatasız biçimde ve minimal enerjiyleçözme eğilimindedir. Organizmalarda primitif sinirsel bölgeler sıklıkla minimal enerji sarfiyatı ve hatasız yaşamsal fonksiyon ile ilişkilidir. Kardiyovasküler refleksler, solunumun otonom kontrolü ya da bunlara benzer birtakım otonom sinir yanıtları, omurgalı sinir sistemi evriminde oldukça eskiye gitmektedir (kabaca 500 milyon yıl). Öte yandan, evrimsel seyri primatlara veya insanlara dek takip ettiğimizde kortikal seviyelerin belirgin bir biçimde fonksiyonalite kazandığını görmekteyiz. Aynı organ içerisinde evrimsel katlanmalar arasında fonksiyon, yaşamsal nitelik ve enerji kullanımı bakımından anlamlı bir ilişki vardır. Sinirbilimlerinde evrimsel açıdan ilkin yapılar, organizmanın yaşamsal fonksiyonlarını yöneten ve oldukça eski dönemde fonksiyonel olarak evrimleşmiş yapılardır. Bu primitif yapıların evrimsel seyri boyunca (yaklaşık 500 milyon yıl) popülasyonlarda ilgili yapının enerji kullanımı oransal olarak azalmış, fonksiyonları netleşmiş ve birtakım özelliklerini üst sinirsel yapılara devretmiştir. Santral sinir sisteminde kompleks yapıların, karmaşık sinaptik ağların enerji kullanımı basit yapılara daha fazla olup bu yapılar hayatî refleksleri barındırmak yerine yüksek bilişsel işlevlerde rol oynar. Kısaca organizmalar, primitif yapılarda yaşamsal işlevleri kısa yoldan, minimum enerji ve hatayla gerçekleştirmenin bir yolunu bulmuştur. Organizmada bilişsel seviyelerde meydana gelecek hasarlanmalar ya da bilişsel hatalar organizmanın yakınsak perspektifte ölümüne sebep olmazken, ilkin anatomik bölgelerdeki basit haraplanmalar bile canlının ölümüne neden olabilir. Sinir sistemi bütün seviyeleriyle “muhteşem” çalışan bir sistem olmayıp olgun bölgelerin aksine sistemin en genç alanlarında altını çizdiğimiz bilişsel eğilimler, mantıksal hatalar, yanılsamalar hemen her an meydana gelebilir. Bu kortikal bölgeler tabir yerindeyse insan evriminin “delikanlı çağını” temsil eder ve ontojenide en geç olgunlaşan bölgeler arasındadır. İnsan beyninin genç bölgelerinin bu evrimsel özellikleri; insanları mantıksal safsatalar(logical fallacy), bilişsel önyargılar ve yanılsamalaraaçık bir hâle getirir ve bunlar, normal sinir fizyolojisinin de parçasıdır. Mantık hataları sergilemek ve cognitive bias sahibi olmak, bu nedenle insan popülasyonlarının büyük bir kısmının sahip olduğu normal bir fizyolojiyi ifade eder; çünkü bahsettiğimiz gibi insanın kökeninde evrimsel açıdan avantajla birlikte seyretmiştir. O nedenledir ki, temeli esasında bir algılamada yanılgıya dayalı bir cognitive bias ile ifade edebileceğimiz Mandela etkisinin toplumda geniş bir çerçevede görülmesine şaşırmamak gerekir. Mandela etkisine dair birkaç örneği yazının devamında kısaca inceleyeceğiz.
Algılamada eksiklikler ve yanılgılar, hatalı bir belleğin de temelidir. Bellek, basitçe önceden edinilmiş bilgilerin sistemde depolanması ve gerektiğinde geri çağrılabilmesi yeteneğidir. Öğrenmenin mümkün olduğu hemen her sinir sisteminde kabaca bir bellek oluşur. Birtakım bellek çeşitleri tanımlanmıştır. Bellek kabaca implisit ya da eksplisit (dekleratif) bellek olarak ayrılabilir. Bellek için geçerli sınıflamalardan diğeri de anlık, kısa zamanlı ve uzun zamanlı bellek tipleridir. Bu sınıflamaya göre gelen duyusal uyaranın kullanılmaya ve işlenmeye devam ettiği milisaniyelerle ifade edilebilecek sürelerde zihinde meydana gelen bellek anlık, devamındaki kısa süreli -saniyeler ve dakikalarla karakterize- oluşan bellek de kısa zamanlı bellek olarak isimlendirilir. Anlık ve kısa zamanlık belleklerde işlenen yukarıda saydığımız duyusal yanılsamaya dayalı bilgiler, bellekte hâlihazırda var olan kalıplarla birleştirilerek LTP mekanizmasıyla uzun zamanla belleğe aktarılır. Bu noktada, diğer bilişsel hatalara değinmek yararlı olabilir. İnsan beyni, kalıplarla düşünür ve yeni öğrendiği bilgileri, önceki bilgilerle ilişkilendirir ya da clustering illusionda olduğu gibi belirli –kendince anlamlı- formlara oturtma eğilimi gösterir. Buna bir örnek olarak pareidolia yanılgısınıverebiliriz. Tahminimizce Mandela etkisinde bilişsel yanılmalar (illüzyonlar) eşliğinde oluşmuş bir diğer mekanizma da buradan gelmektedir. Bu da bir çeşit cognitive bias olarak kabul edilebilir. Eğer dikkat ederseniz, Mandela etkisine konu olan nesne ya da olayların bireyler tarafından oldukça uzun dönemlerde çok dikkatli bir biçimde değerlendirilmediği itirafını edinebilirsiniz. Kişilerin, Mandela etkisine neden olacak obje ve olaylar hakkındaki algılarının zayıf bir biçimde elde edilmiş olması ve bir yanılgıya eşlik eden hatalı bir kalıbın, devam eden zayıf (dikkatsiz) algılar neticesinde (sık verilen bir örnek olarak “Looney Tunes” yazısının “Looney Toons” algılanması gibi; hâlbuki birkaç saniyelik dikkatli bir okuma bu etkiyi ortadan kaldıracaktır) kişinin uzun zamanlı belleğine o şekilde aktarılmış olması kaçınılmazdır. Birey, bu durumda, zihnindeki kalıplar, önceden edinilmiş bilgiler ve bilişsel yanılgılarla hatalı bir bellek oluşturur. Yine Looney Tunes örneğinden gidecek olursak, birçok kişi, İngilizce “cartoons” sözcüğüne olan benzerliği nedeniyle “Toons” sözcüğünün ilgili çizgi filmde kullanıldığı konusunda bir belleğe sahiptir; çünkü bu kişilerden hemen hiç kimse ilgili yazıya doğrudan dikkat etmemiştir.
looney-tunes-buggs-bunny
Ünlü çizgi filmde “Looney Tunes”, pek çok kimse tarafından “Looney Toons” olarak hatırlanmaktadır.
Hatalı bellek oluşumdan sonra, ilgili belleğin aktarımında ve bilginin düzeltilmesi süreçlerinde bireylerde cognitive dissonance adı verilen mental stres görülür. İnsanlar, sahip oldukları fikir, duygu, davranış kalıpları ve geleneklerine ters düşen konseptlerle ve olaylarla karşılaştıklarında bilişsel olarak rahatsızlık duyup ilgili argümanları ciddi bir biçimde test etmeden, sıklıkla reddetme eğilimi gösterirler ve kendi duygu-düşüncelerini ön plana çıkarırlar. Buna literatürde confirmation bias adı verilir. Cognitive dissonance ile ilgili bilimsel ve felsefî tartışmalardan güzel örnekler bulmak mümkündür. Şüphesiz ki bilim tarihini sarsan tartışmalara neden olan evrimsel biyolojinin geçerliliği konusu, evrimsel yorumlamaları kendi felsefî ya da dinî geleneğine zıt gören kimselerde büyük rahatsızlıklar uyandırmıştır. Benzer duruma, Mandela etkisi özelinde tartışılan birtakım örneklerde de rastlamak olanaklıdır. Bazı özel örneklerle ve aktardıklarımızın ışığında kısaca açıklamalarıyla devam edelim.
4343650d0e19917dbc38ee63c7cd2c9e2e95a956
Ünlü Pokemon çizgi filmlerinin en önemli karakterlerinden Pikachu’nun kuyruğunun ucunun çoğu kişi tarafından “siyah” hatırlanmasının nedeni, muhtemelen bu kişilerin, Pikachu’nun belirgin ön yüz ve kulak kısımlarını daha bariz hatırlayıp çizgi filmlerde ikincil önemdeki kuyruğa dikkat etmemeleridir. Bilindiği üzere Pikachu’nun kulaklarında siyahlık bulunur; bu durum da arka plandaki kuyrukta böyle bir siyahlığın bulunması gerekebileceği yanılgısını yaratır.
5200265-popeye-the-sailor-man
Yine bir çizgi film karakteri olan “Popeye”, yani Temel Reis’in iki kolunda da dövme bulunmaktadır. Fakat, izleyicilerin önemli bir kısmı Temel Reis’in özellikle sol kolundaki dövmeyi hatırlamakta; diğer kolundaki dövmeyi hatırlamamaktadır. Bunun muhtemel açıklaması, Temel Reis’in ıspanak yediği sahnelerde sıklıkla ıspanağı sol koluyla yemesi, çizgi filmde dikkat edilen kısmın o koşulda sol kol olmasıdır.
volkswagen-logo-213294a3ac-seeklogo-com
Ünlü otomobil markası Volkswagen’in logosunun merkezinde bir yatay çizik (kesinti) vardır; fakat bir kısım insanlar buradaki çizgiyi hatırlamamaktadır. Burada insanların logoya dikkat etmeyerek logoda uzanan çizgileri kesilmiş olarak değil de devamlı olarak algılaması eğilimi söz konusudur.
2016-12-06_22-47-46
Bir pareidolia örneği olarak gökyüzünde bulutlarda görünen insan silüeti. Gerçek bir fotoğraf olan yukarıdaki fotoğrafta hepimizin bildiği üzere herhangi bir insan yer almıyor. Ancak yazıyı kaleme alan kişi olarak ben, bulutlarda bir adet Charles Darwin gördüğümü itiraf etmeliyim! Anlaşılacağı üzere yanılgılarımız; belleğimiz, geleneğimiz ya da entelektüel çerçevemizden bağımsız değil. Her ne kadar bu örnek özelinde bulutlarda bir insan bulunmayacağı bir gerçek olsa da, bu denli aşikâr olmayan –ve Mandela etkisine neden olabilecek- örneklerde ayrımlarımızı o kadar da kolay yapamayabiliriz. Pareidoliada olduğu gibi pek çok sanrı ya da yanılgı, aslında bilişsel seviye beynin karşılaştığı problemleri çözmek üzere geliştirdiği kısa yollu fakat hatalı bir çözümden ibaret. Bu durum, Mandela etkisinde de geçerli.

Sonuç ve Bazı Açıklamalar: Saçma Açıklamalarınıza Son Verin

Mandela etkisi, 2010 yılında paranormal olaylarla ilgili bir blogger olan Fiona Broome tarafından ilk kez adlandırılırken, ilgili etkiye dair pek çok örnek internette popüler olmaya devam etmiş ve nihayetinde Türkiye’de ünlü olmuştur. İlgili etkiye dair sözde bilimsel iddiaların ardı arkası kesilmemiş, konuyu yeterince bilimsel altyapıya sahip olmadan bile paralel evrenlere kadar götüren bir kısım isimler türemiştir. Son dönemde Duru Önver ismindeki bir YouTuber, video kanalında Mandela etkisine dair takipçilerine ve genel izleyiciye Mandela etkisiyle yakından uzaktan ilgisi olmayan, olasılıkla son dönemde popüler olmuş bu konsept üzerinden dikkat çekmeye yönelik bir video hazırlamıştır. Duru Önver, ilgili videoda hiçbir bilimsel desteği bulunmayan komplo teorileri ve sözde bilimsel iddialarla izleyicileri yanıltmakta ve onlara sözde bilimsel içerikler sunmaktadır. Mandela etkisinin mevcut bilimsel açıklaması kabaca bu yazıda şekilde olup kendisinin iddia ettiği gibi paralel evrenler açıklamasının Mandela etkisiyle bir bağlantısı bulunmamakta; paralel evren iddiası Mandela etkisi söz konusu olduğunda sözde bilimsel bir iddiadan öteye gitmemektedir.
Mandela etkisine dair birtakım örnekleri bu şekilde sıralayabiliriz. Benzer örnekler, yazıda bahsini ettiğimiz şekilde incelenip o perspektiften yorumlandığında Mandela etkisinin doğaüstü, paranormal olaylar ya da komplo teorileriyle ilgisinin bulunmadığı rahatlıkla görülebilecektir.

Evet işte o da "kısaca" :) Böyle açıklamış...